Geride bıraktığımız haftaya damgasını vuran olaylardan biri, bir hazır giyim firması tarafından düzenlenen ve Özgür Renkler, Özgür Çiçekler adını taşıyan tesettür defilesiydi. Tanınmış otellerden birinde gerçekleştirilen defile gerek yerli, gerekse yabancı basından çok büyük bir ilgi gördü ve defile haberi bazı gazetelerin ilk sayfalarında yer aldı. Ardından, kimi yazarların köşelerine taşıdığı defile, yeni bir tartışmanın merkezine oturdu. Peki defilelerin giyim sektörünün ayrılmaz bir parçası olduğu ve her yıl sayısız defilenin gerçekleştiği ülkemizde, bir defilenin kendisinden bu kadar söz ettirebilmesi ve böylesi bir haber değerine sahip olması neyle açıklanabilir?
İlk olarak söz konusu defile, kendisini "tesettür giyim" markası olarak tanıtan bir firma tarafından gerçekleştirildiği ve kıyafetlerin ayrılmaz parçası başörtüsü olduğu için dikkatleri çekti. Yani defilenin sembolik değeri çok yüksekti. Bir tarafta başlarında başörtüsü ile podyumda salınan ünlü mankenler, diğer tarafta ise başörtülerine iliştirdikleri Swarovski taşları ile dikkatleri üzerlerine çeken izleyiciler. Şüphesiz İslami olarak nitelendirdikleri hiçbir görüntüye tahammül edemeyen ve bu nedenle kamusal alan mitinin arkasına saklanan Batıcı elitimiz için bu durum bir tür histeri vesilesiydi. Bu nedenle defile, söz konusu kesimler tarafından "İslamcıların gövde gösterisi" olarak yorumlandı ve organizasyon üzerinden toplumsal okuma yapan bir kısım kalem erbabı defileyi kıyasıya eleştirdi. Diğer taraftan, "İslami medya" olarak isimlendirilen kimi yayın organları, defileyi hüsn-ü kabülle ilk sayfalarına taşıyarak, meseleyi aynı düzeyde algıladıklarının ipuçlarını verdiler.
Haklı haksız eleştirileri, eleştirilerdeki samimiyet düzeyini yahut bu defileyi hüsn-ü kabule şayan bir konu olarak değerlendirmenin mantığını bir kenara bıraktığımızda, defilenin Türkiye'de yaşayan Müslümanlar açısından önemli bir takım sorunlara işaret ettiğini bu nedenle de önemsenmesi ve tartışılması gerektiğini teslim etmek durumundayız.
Bu anlamda meseleyi iki düzeyde değerlendirmekte fayda var. Bunlardan birincisi defilenin mahiyeti ile atıf yaptığı anlam dünyası arasındaki ilişkidir. Yani tesettür kavramı ile defile kavramlarının nasıl yan yana gelebildiği konusu ciddi bir biçimde tartışılmalıdır. Zira tesettür "örtmek, gizlemek" defile ise "göstermek" demektir. Defileler bu yönüyle, değerler hiyerarşisinde maddi olanı en tepeye oturtan tüketim kültürünün billurlaştığı modern ayinlerdir. Ve yine defileler, göstererek böbürlenmeyi, ifsad etmeyi, her mevsim başka güzelliklerin peşine düşerek aşırı gitmeyi ve dünyaya tamahı sembolize eden moda çılgınlığının insanlara pazarlandığı tezgahlardır. Burada tesettür adı altında kadın bedeninin tesettürle hiç ilişkisi olmayacak şekilde teşhir edilmesi, belki de sorunun en az önemli kısmıdır. Zira büyük resme baktığımızda bu karmaşık ve çelişkili durumun çok daha büyük bir sorundan neşet ettiğini görüyoruz. Sözünü ettiğimiz büyük sorun Müslümanların, kapitalizmle ve dünya sistemi ile girdikleri sorunlu ilişkidir.
Bilindiği gibi kapitalizmin doğasında her şeyi pazara uygun metalara dönüştürme becerisi ve karın mümkün olan en üst seviyeye çıkarılması arzusu vardır. Kar elde etmek için başvurulan her yol mubahtır. Kapitalizmin bu dürtüleri başlangıçta sadece maddi unsurlara yönelmiş iken, bugün kapitalizmin maddi-manevi ayrımı yapmaksızın bütün değerleri metalaştırma ve paraya çevirme çabası içerisinde olduğunu görüyoruz.
Tam da bu noktada İslam-Kapitalizm ilişkisinin en can alıcı noktası ortaya çıkıyor. İslamiyet ticaretin helal olduğunu ilan ediyor, hatta ticaret teşvik ediliyor. Fakat burada ticaretten kastedilen belli ilkeler çerçevesinde yürütülen, kar için her yolu mubah saymayan ve Allah rızasını en üst değer olarak belirlemiş olan bir faaliyettir.
Buradan hareketle söz konusu defileye baktığımızda, köken itibariyle İslami gelenekten gelen kişiler tarafından kurulan, işletilen, ismi, logosu ve ürettiği kıyafetleri adlandırma biçimi ile İslami öğeleri ön plana çıkaran bir ticari kuruluşun düştüğü çelişkiler daha açık bir biçimde görülebiliyor. Söz konusu kuruluş satışlarını arttırmak için toplumun değerlerini podyuma sürüyor. Semazen kıyafetini andıran giysiler içerisindeki mankenlerin ortasında, artık adına "sema ayini" değil, "sema gösterisi" denen ne idüğü belirsiz bir şov icra ediliyor. Yüzleri peçeli mankenler şov maksadıyla ellerini semaya kaldırıp dua ediyorlar. Ve son olarak burada her şey var dercesine sahneye mehteran takımı çıkıyor. Daha da ilginci, bu akla zarar çelişkileri bünyesinde barındıran gösteri, toplumun yasaklardan duyduğu rahatsızlığı da paraya çevirmenin bir yolunu ararcasına Özgür Renkler, Özgür Çiçekler adıyla sahne alıyor. Tüm bu yaşananların insanların dinlerini doğru bir şekilde öğrenmek ve yaşamak hakkından mahrum bırakıldığı bir ülkede gerçekleşiyor olması ise durumun vahametini daha da arttırıyor ve sorunu sadece kapitalizmle girdiği ilişki içerisinde dönüşmüş bir grup insanın sorunu olmaktan çıkarıp, toplumsal bir sorun haline getiriyor.
Şu halde, insanların dinleri ile canlı bir ilişki kurmalarının önüne bu kadar fazla set çekilen bir ülkede, bu defilelere neden ilgi gösterildiğini sorgulamak yahut defilelerin ve moda eksenli örtü anlayışının, tesettür olgusunun içini nasıl boşalttığını tartışmak, buzdağının görünen kısmıyla uğraşmaktan farksız olsa gerek. Suyun altında yatan devasa buz kütlesi ile eninde sonunda yüzleşmek durumundayız. Kendi dünyamızın harcını karmak için atacağımız ilk adım, hiç şüphesiz ki bu yüzleşme olacak.