Assalamu aleikum
Günümüz insanının ihtiyaç duyduğu, arayıp bulmak istediği yeni şey!...
İlk geldiği gün yeni olan ve bu gün de yeni olan İslam... O yepyeni hakim olunca mensubu bulunan Müslümanları, içinde bulundukları geri kalmışlıktan, zulümden kurtaracak, sonrada bir bütün olarak insanlığı içinde bulunduğu kokuşmuşluktan, bataklıktan aydınlığa çıkaracak ve kapitalizmin zulmünü yok edecek İslam... Bir tarafta Müslümanlar, diğer tarafta İslam’ın yeniden hakim olmasını istemeyen koltuk sahibi göbekliler, insanlığın kanını emen kapitalistler batı ülkeleri ve bir bütün olarak aç ve susuz misali İslam’ı bekleyen insanlık...
İslam ümmeti özellikle 3 mart 1924’te devletini kaybettikten, halifesiz kaldıktan sonra büyük bir fikri ve kültürel taarruza maruz kalmıştır ve zihinleri İslam dışı fikirler ile bulandırılmıştır. İslam’ın güç ve otoritesini yıkan sömürgeci kafirler İslam’ı diğer dinlere benzeterek İslam’ın siyasi boyutunu Müslümanlara unutturup onun yeniden hakim olmasını engellemek istemişlerdir.
İslam’ın uygulanması ancak devletle, ve İslam devletinin yönetim şekli hilafet olduğundan, İslam devleti ve hilafet mefhumlarını Müslümanların zihinlerinde silmek için büyük çabalar harcandı ve halen harcanıyor. İslam’ın gelişini engellemek isteyen batı sömürgecileri ve efendisine itaat eden, köpek misali İslam beldelerindeki hain yöneticiler, Müslümanların zihinlerini bulandırmak için her türlü imkanlarını kullanmaktalar. İslam beldelerindeki hain yöneticiler bir de hakkı kamufle eden kendilerine sadık alim kılıklı belamlar edinmeyi de ihmal etmemişler. Bunların eli ile de Müslümanları kandırmaya çalışmışlardır. Bir çok konuda zihinleri bulandırılmıştır. “İslam’da devlet yoktur” zehrini Müslümanlara içirmeye çalışanlar, İslam’da devletin var olduğunu bilen Müslümanların zihinlerini de metod konusunda bulandırıyorlar. Öyle ki; Türkiye gibi halkı Müslüman olan bir ülkede geçen sene bir gazete haberine göre 1800 cemaat ve grup var. Bunun abartı olduğu düşünülse dahi çok sayıda cemaat ve grup, bir de İslam diye bilinen en son kurulan iki siyasi parti...
Bu gruplara sorarsanız bir çoğunun İslam’ı getirmek için çalıştıklarını, yani İslam devletini kurmak için çalıştıklarını iddia ederler. Rabbimiz buyuruyor:
“Bu gün dininizi kemale erdirdim ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim." (Maide 3)
Rabbimizin buyurduğu üzere bu gün tamamlanmış bir dinin mensubuyuz. İslam hayatımızın her anı ile karşılaşabildiğimiz bütün sorunlar hakkında hüküm içerir. İnsana en mükemmel çözümleri sunar. Müslümanlar İslam’ın bütün hükümlerinden sorumludur. Bugün; “Mekke dönemi gibi bir dönemdeyiz” denilerek “İslam’ın bazı hükümlerini yaşamasak da olur” denilemez. Bilakis İslam’ın bütün farzları kıyamete kadar değişmez ve Müslümanlar bu hükümleri hayatlarına uygulamakla yükümlüdür. Günümüzde durumumuzu Mekke ve Medine diye ayırmak doğru olmayan bir düşüncedir. Ancak Resul (sav) Mekke’den Medine’ye kadar İslam devletini kurmak için bir metod uygulamış ve her konuda olduğu gibi bu konuda da bize örneklik teşkil etmiştir.
Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah’ı çokça zikredenler için Resulde güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine 6)
Resul (sav) bizim için bir örnektir. İslam’ı hakim kılmak için takip ettiği metodu anlayıp o metoda göre hareket etmek zorundayız.
Efendimiz (sav) Resul olarak gönderilir gönderilmez insanları İslam’a davet etti. Allah’ın:
“Ey örtülere bürünen kalk ve uyar” (Müddesir 2) ayeti gereğince insanları açıktan açığa davet etmeye başladı. Daveti kabul edenleri dinin esaslarına bağlı kalarak kitleleştirip gizlice örgütlüyordu. Daveti kabul edenleri örgütlediği gibi aynı zamanda onlara İslam’ı öğretiyor, onları İslam’ın kültürü ile yoğuruyor, cahilliye fikir ve akidelerinden temizleyip İslam akidesini yerleştiriyordu. Resul (sav) çalışmasını kendisi ile beraber olanlarla birlikte merkezleştirdiği Erkam b. Ebil Erkam’ın evinde yapıyordu. Düzenli bir şekilde onlara Dar-ül Erkam’da İslam kültürünü veriyordu. Öyle ki; daveti kabul edenler yani yetiştirmiş olduğu kitlesi tüm toplumu karşılarına alabilecek güce ulaştılar. Allah (cc):
“Sana emr olunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr 94) emri ile gizli olan kitlesini açığa vurdu. Mekke müşrikleri şimdiye kadar İslam’ı duymuş ve ancak yeni bir şey ile var olan, düzeni kabul etmeyen , sadece Allah’ın hükmünü isteyen bir kitle ile karşılaşmıştı. Davet artık fert fert insanlara ulaşma yerine topluma hitap etmeye başladı. İbni Mesud (r.a.) Kabe’de Rahman suresini açıktan topluluğa okuyor ve onları İslam’a davet ediyordu. Ebu Bekr (ra) toplu halde olan müşriklerle tartışıyor, yediği dayaktan bayılıyordu. Hakka tabi olan ve hakkın hakim olmasını isteyen bir kitle ile kafirler arasında bir çatışma vardı. Öyle bir çatışma ki, kafirler Müslümanlara eziyet ediyor, Müslümanlar ise; bu eziyetler karşısında daha güçlü bir şekilde İslam’ın mesajını haykırıyordu. Her kabile içlerinde Müslüman olanlara işkence çektiriyor ve onları dinlerinde döndürmeye çalışıyorlardı. Habbab b. Eret sırtında ateş közü söndürülerek işkenceye maruz kalıyor, Allah’ın Resulüne gelip şikayette bulunuyor, bunun üzerine Resul (sav); “Vallahi siz acele ediyorsunuz. Sizden öncekiler etleri kemiklerinden demir taraklarla tarandı da, testere ile biçildiler de onlar dinlerinden vazgeçmediler.” buyuruyordu. Yine O Resul; Yasir ailesine yapılan işkence ve eziyetleri görüyor ve “Sabredin ey Yasir ailesi cennet sizindir” diyordu.
Abdurrahman b. Avf; “Ey Allah’ın Resulü biz müşrik iken kuvvetli idik. Müslüman olduk güçsüz düştük” deyip şiddete şiddet ile karşılık vermeyi talep edince Resul (sav); “Ben affetmekle emrolundum, kavmimi öldürmekle değil” (Nesei Cihad 3036) diye buyuruyordu. Bunun gibi başka sahabelerde silaha başvurmayı teklif ediyor, ama Resul (sav) onlara sabredin diyordu.
Yapılan bütün baskı ve zulümlere rağmen Müslümanlar davalarından vazgeçmiyor, tam tersi daha sıkı bir şekilde İslam’a davet ediyorlardı. Küfür fikirlerinin bozukluğunu, akletmeyerek atalar dinine tabi olanları kınayan, ölçü ve tartıda hile, kız çocuğunu toprağa diri diri gömme, vb. sosyal münasebetlerdeki bozukluğu açıklayan ve kafirlerin düzenlerine saldırı niteliğindeki bu ayetler topluluğa okunuyordu. Mekke’nin ileri gelenleri hakkında ayetler iniyor ki bu ayetler onlara hakaret ve aşağılayıcı niteliktedir. Bu ayetler de çekinilmeden okunuyordu.
Mekke müşrikleri bu daveti kökünden kazıma ümitlerini kesince, bu güçlü kitlenin kendi iktidarlarını sarsacağının korkusu ile Resul (sav)’ın davetten vazgeçmesi, akidelerine ve bozuk nizamlarına saldırmaması şartı ile“kralımız olmak istiyorsan gel seni kralımız yapalım” diye teklif ediyor, hatta daha ileriye giderek; “bir sene sen yönet bir sene biz yönetelim” teklifini sunuyordu. Yani onlar bu teklifleri ile bir sene Allah’ın hükümleri ile, bir sene de cahilliye hükümleri ile yönetilsin diyorlardı. Yeryüzündeki bütün cahilliyeyi yok etmeye gelen İslam ve onu getiren Resul (sav) onları sadece Allah’ın ilahlığını kabule davet ediyordu. Yani her zaman Allah’ın hükümlerinin uygulanmasına ve böylece onların bu davete güç vermelerini istiyordu. Mekke yöneticileri böylesi bir davete icabet etmeyince Resul (sav) diğer Arap kabilelerine İslam’ı sunuyor ve onlardan güç talep ediyordu. Taife gidip Taif’in ileri gelenlerinden güç talep ediyor ve eziyetle karşılaşıyordu. Ama buna rağmen güç talep etmeye devam ediyordu. Hac mevsiminde hacca gelen Arap kabilelerine İslam’ı sunuyor ve onlardan güç talep ediyordu. Bu kabilelerden bir tanesi olan Amr Sasa ve bu kabilenin lideri olan Beyhare b. Firas şöyle diyordu: “Vallahi şu Kureyş gencine sahip olsam, bütün Araplara hakim olurum” ardından da Resul (sav)’e: “sana işin için yardım etsek Allah’ta seni muhaliflerine üstün kılsa senden sonra yönetim elimize geçer mi?! Ne dersin?” sorusuna Resul (sav) “Yönetim Allah’a aittir, onu dilediğine verir.” diye cevap vererek şartsız bir güç talep ediyordu.
İbni Sad’ın tabakatında geçtiğine göre Efendimiz (sav) her yıl Mecenne Ukaz, Mina panayırlarında bu şekilde Muhar ibn Hasfe, Fezera, Cussan, Mürre, Huneyfe, Süleym, Abes, Beni Nadra, Beni Bukey, Kinde, Kelb, El-haris, b. Kub, Uzre, El-Hudareme kabilelerine İslam’ı arz emiş ve onlardan güç talep ediyordu. Ama bir türlü daveti kabul eden ve güç veren olmuyordu. Ta ki Allah’ın yardımı ile Medine’den olan dört genç iman ediyor ve Medine’ye geri dönüp kavimlerine İslam’ı anlatıyorlardı. Ertesi yıl Medine’deki Evs ve Hazreç kabilesinden 12 kişilik bir heyet gelip Mekke de Efendimiz (sav)’e biat ediyordu. Resul (sav) hemen ashabı ile birlikte hicret edebilecekken Medine’ye hemen hicret etmiyor, gelen heyetle beraber Mus’ab Bin Umeyr’i onlarla beraber gönderiyordu. Mus’ab Bin Umeyr bir sene içerisinde Medine’de İslam’ı anlatıyor ve halk arasında İslam’ı kabul eden diğer Medinelilerle kamuoyu oluşturuyordu. Bir sene sonra Mus’ab Bin Umeyr ile beraber Medine’den 73 kişi gelip Efendimize Akabe de şartsız bir şekilde Allah’a ve Resulüne itaat edeceklerine dair söz veriyordu.
Yine o Medine’nin ileri gelenleri kendi mallarını, kadın ve çocuklarını korudukları gibi Resul (sav) ve davasını koruyacaklarına söz veriyorlardı. Hatta Efendimizin amcası Abbas’a: “Mallarımız talan olsa, büyüklerimiz öldürülse de biz Ona (sav)’e biat ettik.” diyorlardı.
Şüphesiz Resul (sav)’ın kabilelerden güç talep etmesi birinci ve ikinci Akabe Biatları bu dine yardım edecek güçlü bir oluşum meydana getirmek için idi. Güç elde edilmiş ve Medine halkı arasında gerekli olan bir kamuoyu oluşturulmuş gerekli bütün şartlar tamamlandı. Efendimiz ve Ashab artık Medine’ye hicret ediyordu.
Efendimizin (sav) Medine’ye ulaşır ulaşmaz, bazı sahabeleri gece devriyesine çıkarmış küçük seriyeler oluşturmuş, Medine vesikasını Yahudilere imzalatmıştır ki, o vesikada şu madde de yer alıyor “çıkan anlaşmazlıklar Allah ve Resulü tarafından çözülecek.” Artık gelen hüküm ayetleri bir bir uygulanmaya başlanmıştır. Medine’de tamamı ile İslam’ın hakimiyeti söz konusudur. Bu güç ve otorite ile İslam davet ve cihad yolu ile yayılmaya başlamıştır.
Bu gün İslam Hilafet Devletine ulaşmada takip edilecek metod Resul (sav)’ın metodunun ta kendisidir. Resul (sav)’ın metodunu takip etmek şer-i bir vacibedir.
Allah Subhanehu ve Teala buyuruyor:
“De ki: işte benim yolum. Ben ve bana tabi olanlar basiret üzere (sizi) Allah’a davet ediyoruz.” (Yusuf 108)
Resul (sav)’ın takip ettiği ve bugün Müslümanlara en güzel örnek olan Resulün fiillerine bağlanarak takip etmesi gereken metodta şunları buluyoruz:
1-İslam akidesi üzerine kurulmuş bir kitle; Resul (sav)’ın Mekke’de daveti omuzlarına yükleyecek kendisinden sonra ümmete komutanlık yapacak olan muhacirleri yetiştirdiği gibi, İslam devletini kuracak olan gençliği hazırlamak, tamamı ile İslam dışı fikirlerden temizleyip sadece İslam akidesinden çıkan fikirlerle yoğurmak ve örgütlemek...
2-Resul (sav) ve beraberindeki kitlesinin yüklendiği gibi İslam davetini yüklenmek, bütün İslam beldelerinde ümmete siyasi düşünce ve uyanıklık kazandırmaya çalışmak, aynı zamanda küfür fikir ve nizamlarının bozukluğunu ortaya koymak ve bu fikirlerle mücadele etmek, halen yöneticilerin Müslümanlara yaptıkları ihanetleri ortaya çıkarıp onların maskelerini düşürmek. Halk arasında kamuoyu oluşturmaya çalışmak. (Medine’de kamuoyu hazırlandığı gibi) Bu işleri yapan kitle işkence, hapis ve eziyetlere maruz kalacaktır. Sebat edip yoluna devam ettikçe ümmeti yanına alacak ve istenilen kamuoyunu oluşturmuş olacaktır. Gençleri örgütleyip, İslami kültür ile kültürlendirip halk ile (ümmet ile) kaynaşmaya çalışırken diğer taraftan kuvvet ehlinden güç talep etmek. Aynı Resul (sav)’ın kabilelere İslam’ı sunuşu ve güç talep edişi gibi...
Resul (sav)’e ve beraberindeki kitlesine Evs ve Hazreç kabileleri ile güç verdiği gibi, sabır ve sebat ile Rabbimizin nusreti vereceğine kesin inanarak kuvvet ehline İslam’ı sunup, güç talep etmeye devam etmek.
Allah (cc)’un Şeriatının gereğini yapmaya koyulanlara Rabbimizin vaadi var:
“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.” (Rum 47)
“Onlar, başka değil, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” (Hac 40)
“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur 55)
Yasin Kaya