Sevda Yolu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sevda Yolu

لا إله إلا الله محمد رسول الله
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme-

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
EBA MUHAMMEDİ




Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 12/06/08

İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme- Empty
MesajKonu: İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme-   İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme- Icon_minitime19th Haziran 2008, 16:53

İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL

Selam un aleykum kerim kardeşlerim..

Hamd ALLAH’A salat ve selam O’nun şanlı resulüne ve ihsanla o’na tabi olanların üzerine olsun.

İslam; Allah(c.c.) resulü aracılığıyla insanlara gönderildiği andan itibaren ona inanan ve tabi olan Müslümanları yeryüzün halifesi kılmış(nur-55) ve yaşadığı süre içerisinde insanların en hayırlı ümmeti(Ali-İmran-110) yapmıştır.İslam’ın geldiği Mekke cahil iyesine baktığımız zaman İslam’ın kendine has bir metodu(Maide-48) içinde barındırdığını ve bu şekilde o toplumu İslami bir toplum haline getirdiğini ve resul bunu en güzel örnek(ahzap-21) olarak bize göstermiştir.Bu yükseliş döneminden itibaren islam ümmeti yaklaşık 1300 yıl gibi bir düre bütün dünyada en güçlü ve söz sahibi konumuna gelmiştir.bu dönemin hayır ve bereketi İslam ın şanlı tarihinde kayıt altına alınmıştır.
Ancak bu yükseliş dönemi ne varki kafirlerin(bilhassa ingilterenin) eliyle Müslümanlar arasında ekilen milliyetçilik v.b. nifak tohumlarıyla islamın sultası mücrim kemal tarafından ilga edilmiştir.böylece islam ın can damarı olan hilafet yıkılmış ve müslümanlar bugün hala vakasını yaşadığımız zillete duçar olmuşlardır.işte bu dönemde İslam ümmetine düşkün olan bir takım fertler bu fasit vakayı değiştirmek ve ümmeti tekrar izzetli günlerine kavuşturmak için kitleler kurmaya başlamışlardır.bu kalkınma hamlelerini yapan kitleler ise islama davetin hareket metodu noktasında farklı benimsemeler yapmış ve müntesiplerde bu şekilde faaliyet göstermeye başlamışlardır.bu İslami hareketlerin bazıalrı her ne kadar ilk dönemlerinde şerri metoda uygun hareket etmişse de zaman içerisinde liderlerin ve şartların değişmesiyle hareket metodlarıda değişmiştir.biz bunu hareket liderlerinin kendi fertlerine islam in fikri liderliğini,sahih uyanıklığını,şerri hükümleri anlama metedolojisini verme noktasındaki eksikliklerine veya fertlerin şahsından kaynaklandığına inanıyoruz.en doğrusunu ALLAH(C.C.) bilir.(ALLAH hepsinden razı olsun.)
Bugünün ümmeti vakasına baktığımız zaman;İslami hareketlerin islama davet ederken farklı met odlar la hareket etmesi maalesef İslamı hayattan kaldırılmasının üzerinden 85 yıl geçmesine rağmen İslami hayatın tekrar teşekkülü için yeterli olmamıştır.her ne karda biz bu hareket metotlarındaki farklılığı konusunu işlesek te bugünün vakasıda konumuza ışık tutacak mahiyettedir.
Tekrar konumuza dönecek olursak ;şüphesiz ki başta da dediğimiz gibi islama davetin methodu bu dinin kendisine hastır ve bunalr sarih ifadelerle sınırları belirlenmiştir.aklende şeran de şurası muhakkaktır ki ALLAH(C.C.) bir konu hakkında 2 farklı hükmü olması imkansızdır.dolaysıyla her vaka hakkında ALLAH(C.C.) hükmü tektir.Bizler bugün islama davet ederken,küfür devletinde rejimin çizdiği sınırlar dahilinde bu daveti yapan kitlelerin sivil toplum örgütü(S.T.Ö) veya sivil toplum kuruluşu(S.T.K) adı altında bu faliyetleri yapıp da yaptığı fiile resul(s.a.v) kendisine risalet gelmeden yapmış olduğu HILFUL FUDUL anlaşmasını delil getirenleri ele alacağız inşallah.Bundaki kastımız ise;iddia sahiplerinin amellerini delillendir dikleri delilin vakaya uygunluğunu/uygunsuzluğunu ortaya koymak ve ALLAH(C.C)razı etmekten başka değildir.HILFUL FUDUL vakasını anlatmadan önce Bu değerlendirmeyi yerinde yapabilmek için bir de sivil toplum kavramına eğilmemiz gerekmektedir.
Sivil-Toplum
Sivil toplum, "Siyasal toplumun karşıtı ve ilişkilerin ekonomik ve toplumsal faktörler tarafından belirlendiği uygar toplum" olarak tanımlanmaktadır. Hobbes ve J. Locke gibi teorisyenler, nazarî olarak siyasî otoritenin gereksiz olduğunu savunmuşlardır. Böylece sivil toplum, siyasî otorite (devlet) olmadan içinde insanların ekonomik ilişkiler, aile, akrabalık ve dini kurumlar gibi hayatlarını yaşayabilecekleri bir yapı olarak tasarlanmaktadır.(6)
Her şeyden önce bu 'sivil' (civil) kavramının Müslümanlar tarafından kolayca benimsenmesi mümkün değildir. Zira İslam sivil bir din değildir. İslam, hayatı kesinlikle din içi - din dışı; dinî ve lâ-dînî diye bölmez. Şuayb Peygamber'in namazı, putperest kavmi tarafından nasıl yüzde yüz siyasî okunuyor idiyse (11/Hud, 87), 2008 yılında dünyanın herhangi bir köşesindeki müslümanın namazı da öyle siyasî olmak zorundadır. Kendilerini 'muhalefet partisi' konumunda hisseden Müslümanlar için sivil oluşumlar cazip görünebilir, fakat bilinmelidir ki, kendileri iktidarı elde ettikleri vakit, aynı sivil alan ayrımı onlardan da talep edilecek fakat İslam'ın buna elvermediğini belki en fazla o zaman fark edeceklerdir. Evet İslam siyasî bir dindir. Zaten İslam'ın bu özelliğini çok iyi bilen batılı entelektüeller, İslam'ın batılı anlamda bir sivil topluma elvermediğini tespit etmektedirler. Belki İslamî bir yönetim, bugünkü sivil toplum teşkilatlarını andırır bazı teşebbüslere izin verebilirse de,(ki bunların İslam dinine ters düşmesi noktasında kesinlikle buna müsaade edilmez.Milliyetçiliğe çağına kitlelerin kurulması gibi..)'sivillik' İslam'la bağdaşan bir keyfiyet değildir. Hiçbir sivil toplum örgütü, İslam'ı ve İslam'a dayalı yönetimin gerekliliğini sorgulayamaz. Ki günümüz vakasına bakarsak bugün bu tür oluşumlar bunu yapıyorlar yada en azından kırmızı çizgileri aşmadan hatta sarı çizgilere bile gelmeden .İslam'da Allah'a, Peygamber'e ve ulul emre itaat esastır.(nisa-59)
Sivil toplum, 'resmi toplumun' (devletin) karşıtı değildir; kamusal sosyal hayata ilişkin bir modeldir.Bir sivil toplumda farklı, birbiriyle bağdaşmaz 'iyi' anlayışları ve dünya görüşleri barış içinde bir arada var olabilirler. Hem devlet hem de vatandaşlar sivil toplum içinde 'hukukun üstünlüğü' ile kayıtlıdır.(9) Bu, 'üstünlüğü' tartışılamaz.Bu hukukun hiçbir zaman İslam hukuku olamayacağını söylemeye gerek bile yoktur. Sivil toplumun, siyasî toplumun aksine, iktidarı ele geçirme gibi bir planı olamaz; sivil toplum daha çok demokratik dernek hayatı ve kültürel kamu alanındaki serbest tartışma yoluyla, siyasî karar alma süreçlerini etkilemekle ilgilidir. Sivillik, bütün insanların benzer hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu kabul etmek, başkalarının hak ve çıkarlarının da kendisininki kadar korumaya ve dolayısıyla bireysel veya yerel çıkarları ortak bir 'iyi' etrafında uzlaştırmaya hazır olmaktır. Sivil toplumun özünde, ortak bir düzenin kurulmasına katılmak ve onun kurallarına uymaya gönüllü bir bağlılık yatmaktadır.(10)
Demokratik kültürde 'insan hakları' esastır. İnsan hakları, özgürlük, hümanizm, rasyonalite v.b. bölünmez bir bütünü oluştururlar. Demokratik açıdan, Din'in [İslam'ın] diğer insanlara tebliğ edilmesi gibi bir niyet, bağışlanabilir bir teşebbüs değildir, Çünkü tebliğ, davet edilen kişinin kâfir olarak algılandığı anlamını içinde barındırır.. Bu ise evrensel insan hakları anlayışına aykırıdır(eşitlik maddesi)) ve onları ötekileştirmeye kimsenin hakkı olmadığı iddia edilir! Sivil toplum kavramı, 'öteki' diye bir şey tanımaz. Kimse ötekileştirilemez. İslam'da ise insanlar mü'min, müşrik, Müslüman, kâfir, fâsık gibi inanç gruplarına ayrılır. İslam açısından mü'minler / Müslümanlar doğru yolda, diğerleri ise batıl yoldadır. İnsanların inanma ya da inanmama özgürlüğü vardır deniyorsa da, aslında tamamen 'inanmama özgürlüğü' güvence altına alınmaktadır. Demokratik hak ve özgürlük anlayışı, gayri Müslimlerin her türlü inançsızlık, ahlaksızlık, içki, kumar, her türlü cinsel sapkınlık, her türlü 'giyim' değil, her türlü çıplaklık ve teşhircilik; plajlar başta olmak üzere, her türlü eğlence; güzellik yarışmaları başta olmak üzere, kadının şeref ve haysiyetini metalaştırıcı, beş paralık bir cinsel paçavraya dönüştürücü her türlü sapkınlığını hem meşru sayar, hem de güvence altına alır.
Bu politikanın İslam'la temelden çeliştiği ise gayet açıktır.
Sivil toplum teşkilatları, devletin katı/baskıcı politikalarına karşı, halkın kırılan 'onurunu', yıkılan umutlarını tamir etmeyi amaçlayan; küsleri barıştırmacı bir fonksiyonu olan faaliyetler yürütürler.
Türkiye'de sivil toplum anlayışı 1983 yılından itibaren gelişmeye başladı. Son yıllarda birtakım siyasî projelerle İslam'ın ılımlılaştırılmaya çalışıldığı bir gerçektir. Ortadoğu, Arap toplumları ve Türkiye'de İslam'ın sivil toplum ve demokrasiyle uyumlaştırılmasına yönelik arayışların yapıldığına da yine aynı ehil kişiler işaret etmektedirler.(13)
Türkiye'de sivil toplum kuruluşları üzerine tahakküm eden siyasi toplum tarafından toplumun bugün gerçek anlamda demokrasiye tapmasını sembolize eden bir olgu halini almıştır.
İslam'ı, herhangi bir eşcinseller derneği ayarında bile bir sosyal-siyasî değer olarak kaale almayan bir demokratik düzende siyaset yapmaya heveslenen Müslümanların hılful fudûl gibi örneklerden meşruiyet gerekçeleri devşirmeleri traji-komik bir durumdur.

Şimdi dilerseniz birde hılfıl fudulun vakasını ele alalaım.nedir bu hılful fudul denen vaka.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
EBA MUHAMMEDİ




Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 12/06/08

İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme- Empty
MesajKonu: Geri: İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme-   İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme- Icon_minitime19th Haziran 2008, 16:54

HILFUL FUDUL(ERDEMLİLER ANLAŞMASI)
Bilindiği üzere Mekke cahiliye toplumu yıllar hatta ibni Hişam ın siretine göre yüzyıllar süren kabile savaşlarına tanık olmuştur. Öyle ki 400 yüz yıl süren kabile savaşlarının rivayetleri bize ulaşmıştır. Cahiliye dönemimde meydana gelen olayların en barizlerinden biride güçlü kabilelerin diğer kabile ve kabile mensuplarına karşı yapmış olduğu saldırılardır. Özellikle yabancı kervanların mallarına el koymalar ve hatta onların ticaret kervanlarında bulunan kadınlara bile zorla sahip olma gibi fiiller meydana gelmiştir. Arap kabileleri ALLAH’ ın haram ayları olarak bilinen(Eşhar-ul hurum{ Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep} et-Tevbe, 9/36). aylarında bu tür savaşların ve gaspların olmasını istemiyorlardı. Özelikle bu Mekke-Medine-Taif bölgesinde kervanların geçmesine engel oluyor dolaysıyla Arabistan yarımadası ticaret yönünden gittikçe zayıflamaya başlamıştı. İşte bunlardan dolayı bu savaşların sona ermesini istiyorlardı.Özelikle Kabe nin Mekke de olması ve Mekke halkının diğer devletlerce daha itibarlı olmasına binaen bu durumu daha da kızıştırıyordu. Bu haram aylarında savaşan kişilere veya kabilelere facir(günahkar) yapılan savaşa ise ficar savaşı(günah savaşı)deniyordu. Siyer e kitaplarında geçtiği kadarıyla İslam dan önce 4 ficar savaşı meydana gelmiştir. Bunlardan 2 veya 1 inde Resul (s.a.v) un olduğu rivayet edilir. Resul bu savaşta 14-15 yaşlarındaydı. Hamidullah’ ise iki olayda aynı savaşta olmuştur der ve Resul’ün bir savaşa katıldığını söyler. Bu olaylardan biri; Muhammed (s.a.v.) mızrağı ile meşhur savaşçı Ebû Berâ Mula’ib el-Esinne’yi yaralamış, diğerinde ise; Muhammed (a.s.), dördüncü Ficâr savaşında, amcalarına ok ikmâli yaparak yardım etmiştir.

İşte bu savaşların 4. üncüsü ve sonuncusu olan Kureyş ve taraflısı Kinaneoğulları ile Hevazin' in bir kolu olan Kays-Aylan arasında meydana geldi. Ki bu haram ayında geçtiği için bu savaşa Ficar (günah) Savaşı denmişti. Daha sonra Gençlerden ve yaşlılardan oluşan çok sayıda Mekkeli, zengin ve saygın bir insan olan Abdullah ibn Cüd’an’ın evinde düzenlenen törene katılarak, şu yemini etmişlerdi:
“Allah’a ant olsun ki biz hepimiz, zulmeden zulmettiği kişiye hakkını geri verinceye kadar, zulmedene karşı zulme uğrayanla birlikte tek bir el gibi olacağız; bu birlikteliğimiz, denizin bir kıl tanesini suya batırmaya güç yetirebileceği zamana kadar, Hira ve Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece ve zulme uğrayanın maddî durumunda tam bir eşitlik sağlanıncaya kadar devam edip gidecektir
Ant içenler arasında Hâşim Oğulları (Muhammed’in ailesi), akrabaları ve müttefikleri olan Muttalib Oğulları ile Zühre Oğulları (Resulullah’ın annesinin ailesi) ve Teym oğulları’nın (Ebû Bekir ve Abdullah ibn Cud’ân’ın ailesi) bulunduğu belirtilmektedir. İbn el-Cevzî’ye göre (Vefâ, s. 137-138), katılanlar arasında Esed Oğulları (Varaka ibn Nevfel ve Hatice’nin ailesi) ile birlikte Mekke’li müttefik kabileler topluluğunu oluşturan Ehâbîşler de vardı. İşte bu antlaşmaya 'Hilful-Fudul: Erdemler antlaşması' denildi. Bu antlaşmada bulunmuş olan Hz. Muhammed, bunu şöyle değerlendirmiştir: 'Abdullah ibn Cudan'ın evinde bir antlaşmaya tanık oldum ki, onu kırmızı develere değişmem. İslâm'da da böyle bir antlaşmaya çağırsalar hemen kabul ederim.' Gerçekten de, bu teşkilâtın üyeleri her zaman için, Mekke’de önüne geçilmeyen bir güç olmuştu.
Bu konuda birkaç örnek verelim:

1. Has’am kabilesinden bir Yemenli, kızıyla birlikte Hac için Mekke’ye gelmişti. Mekke’nin kudretli kişilerinden Nubeyh ibn el-Haccâc bu kızı zorla alıkoydu. Kızın babasına, yardım etmesi için Hılfu’l-Fudûl’a başvurmasını tavsiye ettiler. Derhal Nubeyh’in evi kuşatıldı. Kendisini savunamayacağını anlayan saldırgan, gönlünü çalan bu güzel kızla hiç olmazsa bir gece birlikte olmalarına izin verilmesi için yalvardı. Hiçbir şey Fudûl mensuplarının kararlılığını bozamadı ve Nubeyh daha fazla gecikmeden kızı babasına teslim etti.
2. Yine, Sumâle (ya da Ezd) kabilesinden bir başka yabancı, ticaret mallarından bir bölümünü, Mekke’nin ileri gelen reislerinden Ubeyy ibn Halef’e satmış, ama bu kişi, anlaştıkları parayı vermek istememişti. Çaresiz kalan Sumâleli, Fudûl teşkilâtına başvurdu. Onlar da şöyle dediler: “Ubeyy’e git ve ona Fudûlîlerin yanından geldiğini, eğer derhal sana ödemeyi yapmazsa bizim gelişimizi beklemesini söyle.” Bu kez, Ubeyy söz konusu parayı ödemekte gecikmedi.
Ne olursa olsun, Mekkeliler, uzun yıllar boyunca birçok kez arabuluculuk görevi üstlenen bu kurumla gurur duymuşlardır. İşin kötü yanı ise, yeni üyelerin kabul edilmemesiydi ve yirmi-otuz yıla kalmadan, son üyenin vefatıyla bu kurum da dağılıp gitmiştir

Evet Hılful Fudul un vakasını ortaya koyduktan sonra; şimdi hepimizce malumdur ki çağdaş laik-demokratik devletlerin İslam'ın açıkça tebliğine izin vermedikleri bir gerçektir. İslam'ın tebliği yasaklıdır ve bu, genel halk yığınlarının fark etmemesini sağlayan bir takım hamleler ile izole dilmektedir. İslam'ın tebliği önüne kırmızı çizgiler çeken laik rejim, yasalar çerçevesinde, dinî birtakım faaliyetlere izin vermektedir. Bu faaliyetleri ise, adına 'sivil toplum teşkilatları' (STK) ya da 'sivil toplum örgütleri' (STÖ) denilen birtakım kuruluşlar yürütmektedir.
Peygamberimiz Muhammed (sav)in katıldığı haber verilen Hılful Fudûl cemiyeti, o dönem için takdire şayan bir çalışma olarak görülebilir. Fakat hadisenin şu boyutu dikkatlerden kaçırılmak istenmektedir: Hılful Fudûl gibi cemiyetler hiçbir şekilde, o günkü Mekke'nin düzenine başkaldırmayı sembolize etmemektedir. Öyle veya böyle, o günkü Mekke yönetimiyle birlikte, onun müsaadesi kapsamında faaliyet yapmaktadır. Aksi taktirde, yeminli üçbeş kişinin Mekke'nin yönetimini ele geçirdiği anlamı çıkar ki bu, tarihi gerçeklere aykırıdır. Yani hılful fudûl bir tür sivil toplum teşkilatı olarak iş yapmaktadır. Halbuki Muhammed (a.s) Peygamber olarak Allah tarafından görevlendirildiği andan itibaren, hiçbir 'sivil' vasfı kalmamıştır. O artık, bütün Mekke halkını 'öteki' olarak gören; toplumun akidevî, ekonomik, ahlakî, siyasî temellerini, kelimenin tam anlamıyla dine dayandıran ve ileri aşamada bu vasıfta bir devlet kurmayı hedefleyen bir siyasî kişidir.
Peygamberimizin, İslam döneminde "yine çağrılsam yine öyle bir kuruluşa katılırım" sözü hılful fudûlün kendi döneminde, kendi şartları içerisinde iyi bir teşebbüs olduğunu teslim etme anlamına gelmektedir. Yoksa onun bu sözü, Mekke'de kendisi Peygamber iken yine öyle bir teşkilat kurulsaydı, derhal ona katılacağı, ama İslam'ın tebliği gibi yüzde yüz siyasî, doğrudan Mekke yönetiminin kalbini hedef alan bir topyekün kıyâm hareketini erteleyeceği veya hareketinin siyasî boyutunu öne çıkartmayacağı(!) gibi bir anlama gelemez. Böyle bir anlamın var olduğu iddia edilirse o zaman şu soru akla gelir: Rasûlullah (sav)in etrafında, hılful fudûl benzeri bir teşkilat oluşturacak kadar insan vardı. Bunu pekâlâ yapabilirdi, neden böyle davranmadı da,tebliğe devam etti?
Hılful fudûl dönemindeki Muhammed (a.s), İslamî tebliğle sorumlu Muhammed (a.s) değildi; hılful fudûl benzeri bir örgüt yeniden kurulsa bile, Muhammed (sav) aynı o günkü 'sivil' ölçüler içinde kalamazdı. Nitekim Mekke'de Müslümanlara yapılan işkenceler, hakaret ve küfürler, evlerinin yağmalanması, üç yıl süren ekonomik ve sosyal boykot, hılful fudûl gibi teşkilatların kurulması için gayet olgunlaşmış koşullar değil miydi? Ama artık 'sivil' faaliyetlerin zamanı Muhammed (a.s) Ve sahabesi için çoktan geçmişti. Şimdi onun attığı adım, içtiği su, verdiği selam bile siyasî idi
Hılful fudûl bir hak arama örgütüydü. Peygamberimiz 610 yılı Ramazan ayından itibaren artık bir 'sivil-hak arayıcı birey/vatandaş' değil, bir Peygamber, bir siyasî lider, yepyeni bir toplum inşa edici bir dava adamıydı. Onun şimdiki davası, hak aramaktan çok daha büyük, daha kapsamlı ve daha ciddi bir işti. Onun ilahı, yeryüzünde kâfirlerin gücünü tam olarak kırmadan esirler edinmesini bile hoş karşılamamıştı.
Günümüzde Müslümanların STK bağlamındaki uğraşıları, demokratik kültür açısından amacına ulaşmış vaziyettedir. Müslümanlar daha ziyade hak arama biçiminde icrayı faaliyet yapmaktadırlar. Bunun en bariz örneği de 'başörtüsü'dür. Başörtüsünü bir hak arama mücadelesine indirgemek, İslamî tesettüre yapılabilecek en ciddi bir yanlıştır. İslam, kendinden başka hiçbir din, düşünce ve hayat görüşünü meşru saymaz. Bir şey ya İslam'dır ya da küfürdür. İslam, başkalarının haklarına saygı; öteki'ne saygı, çoğulculuk, hoşgörü, diyalog, interaktif ilişki gibi sloganlarla, İslamî akidenin sulandırılmasını, İslamî siyasî duruşun za'fa uğratılmasını asla kabul etmez.
Allah, Elçisine, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve Din tamamen Allah'a has kılınıncaya kadar kâfirlerle savaşmasını emretmektedir. (2/Bakara, 193; 8/Enfal, 39). Kur'an'ın bu çağrısı hiçbir 'sivil' doktrinin hiçbir yerinde kendine bir yer edinemeyeceği gibi, hiçbir sivil toplum kuruluşu bu ideolojik duruşa razı olamaz ve hiçbir 'hılful fudûl' tecrübesi bu felsefeyle bağdaşamaz. "De ki ey kâfirler!" diye başlayan ve "Ben sizin taptığınız ilahlara asla tapmam!" diye devam eden, "cehenneme kadar yolunuz var!" anlamına gelecek tarzda, "sizin dininiz size, benim dinim de banadır" ültimatomu ile biten, ayrışmacı, meydan okuyucu çağrının neresinde 'sivil'lik bulunduğu, izah beklemektedir…
Günümüzde Müslümanlar, yasalar izin vermediği için, sivil toplum kuruluşları adı altında birtakım icraatlar yapmaya çalışmaktadırlar. Bizim amacımız hiçbir istisnaya mahal bırakmaksızın, tamamını bir kalemde silip atmakdeğildir.. Bunların tabi ki samimiyet ve ihlas açısından bir derecelenmesi söz konusudur. Lakin şu var ki, bir Müslüman grubun "ne yapalım, yapabildiğimiz ancak budur" türündeki savunmayla bir şeyler yapması ayrı,(ki buda elle tutulacak bir taraf değildir.) bunların İslamî faaliyetler olarak gösterilip, buna da hılful fudûl gibi tarihsel örneklerden meşruiyet kaynağı gösterilmesi ayrıdır. Bilhassa, adı geçen sivil toplum kuruluşları, İslam'ın sivilleştirilmesi; sivil toplumcu, çoğulcu, özgürlükçü, hoşgörülü, Avrupa birliğine öykünmeci, uzlaşmacı, ılımlı, liberal bir İslamî anlayış ortaya çıkartılmasında inkâr edilemez bir etkiye sahiptirler. Burası meselenin en mühim noktasıdır ve kimi STK'nın "az bir meta" kabilinden kazanımlarına mukabil, sözünü ettiğimiz bu değişim ve dönüşüm reva mıdır, bunun muhasebesinin yapılması icap eder.
Burada bir örnek vermek gerekirse birtakım dindar kimselerin odaklandığı sendikalar, mesela Müslüman kızların örtülerinin zorla açtırılması hususunda hiçbir etkiye, hiçbir yaptırım gücüne sahip değilken -belki en fazla yapacakları şey, konuyu Avrupa İnsan hakları mahkemesi'ne taşımaktan ibarettir!-,(ki bu haramdır) aynı sendikaların memurların ücret artışı, sosyal haklarının iyileştirilmesi, öğretmenlerin ek derslerindeki 'haksız' kesintilerin düzeltilmesi gibi alanlarda bütün gücüyle çabalaması ALLAH ın bir emri olan tesettüre yapılan en büyük zulumdür..
Sonuç olarak, İslam'ın bir DİN olarak nasıl yaşanacağı, nasıl tebliğ edileceği, İslam'ın neye talip olduğu, neye talip olmadığı tamamen onun kendi içinde belirlidir. İslam başka hiçbir ideolojinin sığıntısı olamaz. Hiçbir ideolojinin kavramları ve kurumlarıyla İslam açıklanamaz, tanımlanamaz. İslam hiçbir kâfir ideolojinin dayattığı koşullarla uzlaşmaz. İslam'ın şerefli peygamberler silsilesi, İslamî hayatın ve İslamî tebliğin en mükemmel örnekleridir. İslam dışı siyasî bir sistemin açık kapılarından girilmek suretiyle nebevi bir tebliğin yapıldığı da hiçbir zaman görülmemiştir. Bu minvalde son olarak şunuda belirtmek te fayda görüyoruz; Bu gün bu tür oluşumlar; her ne kadar ölçü olarak haram-helalı değil de fayda ve zararı göz önünde bulundursalar bile islama ve ümmete faydadan çok zarar getirmektedir. Bunlar ümmetin enerjisini bilinçli veya bilinçsiz(samimiyetini ALLAH bilir) yanlış yere kanalize ederek ümmetin fasit vakasını çözme noktasında daha da gecikmesine sebep olmaktadırlar.ALLAH(C.C) bizleri hakkı hak bilip o’na tabi olmayı batılı batıl bilip o’nu reddetmeyi nasip eyelsin.ve bizi islama davet ederken ve islamı yaşarken resulun çizdiği yolda ayaklarımızı sabit kalbimizi de kaviy kılsın inşallah(amin.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İSLAMA DAVET TE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE HILFUL FUDUL-1--derleme-
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Sevda Yolu :: İlim Deryası :: KAVRAMLAR-
Buraya geçin: