Keramet, kerimeyekrümü sülasisinden mastardır. Kıymetli olmak, üstün olmak, yüce olmak manalarına gelir.(1) Halk arasında ise keramet; uzak mesafeleri kısa zamanda kat etmek, hacet esnasında yiyecek, içecek, giysilerin elinde zuhur etmesi, su üstünde yürümesi, cansız ve hayvanları konuşturması vb. şeklinde adeta ters şeyler olarak bilinir.(2) Bununla beraber kerametin, nübüvvet iddiasından uzak olması gerektiğini belirtirler.(3) Veli ile Nebinin, bu harukalede halleri arasındaki farkı; Nebinin bu harikaları izharından maksadın, kendisinin bir Nebi olduğu, hükmünü bilmesi şeklinde açıklarlar.(4)
Hak arasında kullanılan kerametin var olup olmadığı hakkında ihtilaflar vuku bulmuş, kimileri hak olduğunu, inkarının küfür olduğunu söylemiş, kimileri de bunun caiz olmadığını belirtmişlerdir.(5) Böylece çıkan ihtilaflarda, doğruluğunu savunanlar, kerameti meşru bir zemine oturtmaya çalışmışlar ve İmam Ebu Hanife’nin “Fıkhul Ekber” adlı kitabına evliyanın kerametinin hak olduğunu eklemiş ve Ebu Hanife’ye yalan olarak nisbet etmişlerdir. Oysa kerametistidraç meseleleri Ebu Hanife zamanında değil ondan sonra, tasavvufun zuhurunu müteakip ortaya çıkmıştır.(6)
Doğrusu insanoğlu çok zalim ve çok cahildir.(7) O, kendisi için iyiliği istediği gibi kötülüğü de dileyebilen çok aceleci biridir.(
İşte böyle özelliğinden dolayı insanoğlu, yeryüzünde çok fesatlar çıkartacak, çok kanlar dökecekti.(9) Öyle ki kendisine tevhidi tebliği için gelen Nebileri öldürecek(10) ve yaratanına isyan edip Allah’tan gayrı her şeye tapacaktı.(11) Evet Allah’tan başka her şeye taptılar ama kendilerini nimetleriyle perverde eden, onları yediren içiren, koruyup gözeten, Rabbul Alemin olan Allah’a ibadette kibirlendiler ve Onu gereği gibi takdir edemediler.(12) Oysa onlardan her birine Allah’ın birliğini açıklayan Nebiler gönderilmişti.(13) Buna rağmen insanoğlu hak yoldan her seferinde ayrılmış, batılın peşinde ve onun müdafisi olmuştur. Taşa, ağaca, dağa, ineğe, ateşe, şeytana, cinlere, meleklere, aya, güneşe, yıldızlara ve nihayet insana tapmış, bir türlü doğru yolu bulamamıştı. Yer ve gökte her şey Allah’ı biliyor ve Ona tesbihte bulunuyordu, ama insanoğlu kördü hakikatlara karşı.(14) Nebilerine uyanlar ise, ya Nebilerin hayatlarında(15) ya da sonraları hak yolu kaybettiler, hakkı batılla karıştırıyorlardı. Bu insanoğlunun kıvamında mevcuttu. Çünkü nefis daima kötülüğü emretmektedir.(16)
Kuran ve Sünnetten uzak şu ümmet de aynı durumla karşı karşıyadır. Şeriatın iki ana kaynağından uzaklaşmış, aynı bataklığa düşmüş, hakkı batılla karıştırmış ve ilahi sıfatları insanlarda da görerek şirke düşmüşlerdir. İşte keramet de bu noktaya bir merdiven olmuştur. Kuran ve Sünnetin gösterdiği aydınlık ufuklara kanat çırpacakları yerde batıl dinlerin açtığı süfli bataklıklara bulanmışlardır. Sebep; Kuran ve Sünnetin hayatın, fikrin ve akidenin ana kaynağı olarak alınmayışıdır.
Böylece hayat hakkındaki her mefhum, küfrün hayata bakış açısıyla izah edilmiş ve dinin mefhumları tahrif edilmiştir. “Keramet” ve “veli” kelimeleri ve kavramları, tahrif edilen bu kavramlardan sadece ikisidir. Sahih bir itikad için yeniden Kuran ve Sünnete dönülmesi, kavramların Kuran ile Sünnetten ve bu ikisinin hayat için verdiği bakış açısıyla izah etmemiz gerekir. Allah’u Teala; insan, hayat ve kainat hakkında ve bunların, hayatın öncesi ve sonrası ile olan alakasını, hayatın her cephesiyle bir bütünlük içerisinde açıklamış beyan etmiştir. Bundan öte Ömer (r.a) dahi eline Tevrat levhasını alsa, Resul gelir, ona kızar, Kuran ve Sünnetten öte bakış açılarını yasaklar.
Dikkat buyurun, keramet anlayışı olan tabiat üstü düşünceler sadece tasavvuf ehlinin değil bilakis tasavvuf kültürünün belkemiği olan bu anlayış ve kavram, Yeni Eflatunculuktan Maniheizme, Şamanizm’den Budizm’e, Hıristiyanlıktan Yahudiliğe, Paganizmden Zerdüştlüğe kadar hemen bütün dinlerde mevcut bir anlayıştır. Budizm’deki Nirvana’ya ulaşmanın gerektirdiği yaşayış tarzının, tasavvuftaki anlayıştan hiç bir farkı yoktur. Milattan Önce, Hint ve Yunan anlayışını da değişikliğe uğramamış haliyle tasavvufta bulmamız mümkündür.
Böyle bir hayat anlayışının Rasulullah’a (SAV) nisbet edilmesi ise, iftiranın en büyüğüdür. Şu bir gerçektir ki, Nebiler insanları zulümattan nura çıkartmak için gönderilirler.(18) Böyle bir hayat anlayışını Allah Resulü getirdiyse şayet, insanlar yukarıda saydığımız dinleri içerisinde zaten yaşıyorlardı. Nur üzerinde olan insanlık da hangi nura davet edilecekti ki? Oysa Allah (c.c) Dini İslam’ı diğer bütün dinlere üstün ve hakim olması için göndermiştir.(19) Böyle bir anlayışa sahip olan dinler, Allah’ın indindeki din olsaydı, hiç İslam dini onlar üzerine hakim olarak gönderir miydi? Hayır, Allah’ın indinde din sadece İslam’dır.(20)
Diğer dinlerde de olup tasavvuf ehlinin diline dolayarak anlata durdukları hayat anlayışlarından bazıları; vahdeti vücut, tenasüh, gaipten haber vermek, tanrının insan şeklinde görünmesi, tabiat kuvvetlerinin cereyanında söz sahibi olmak, kemiklerden canlı yaratmak, havada uçmak, su üzerinde yürümek, bereket getirmek, körleri gördürmek, ırmağı, denizi yarıp geçmek, az yiyeceklerle bir çok kişiyi doyurmak, suyu kana çevirmek, kuru odunu yeşertip ağaç yapmak, yerden veya ağaçtan hatta taştan su fışkırtmak, dağı ortadan kaldırmak, dünyanın bir ucunda yaşarken her vakit namaz için Kabe’ye anlık bir zaman diliminde gitmek, bir anda bir kaç yerde gözükmek, bir saniye içerisinde başkalarını senelerce yaşatmak ve buna benzer daha bir çok inanışlar...
İşte bu düşünceler, sahiplerinin gözünde İslam’ı oyuncak hale getirip dinden uzaklaşmalarını sağlamış ve keramet sahiplerine, ilahi sıfatlar isnat ederek şirke düşmelerine sebep olmuştur.
İnsan yine nefsine uymuş, yine Nebisinden sonra batıla düşmüş, hakkı batılla karıştırmış, insanları zulümetten nura çıkartan Kuran, Sünnet anlayışından, evliyaların hüküm sürdüğü, bulunduğu yerden Kabe arası veya gitmek istediği yere gidip gelerek oluşturdukları hava trafiği anlayışına saplanmıştır.
Peygamber Hz. İsa dahi olsa insanoğlu, Allah’ın zatında olanı bilemeyeceği için(23) yüce Allah’ın, insana hangi hayat tarzını öngördüğünü bilemeyecektir. Bundan dolayı da Cenabı Allah, insanların mutlak itaat etmelerini istediği şeriatını, insanlar arasından seçtiği Nebileri vasıtasıyla beyan etmedikçe azap etmeyeceğini bildirdi.(24) Bu yönüyle Peygamberlerin vazifesi büyüktür. Onlar bu yolda yorulacak, aç kalacak, eziyet görecek, hakarete uğrayacak, iftira ve kötü söz işitecek, yerinden yurdundan kovulacak, yüzlerine o vefasızlar tükürük atacak ve nihayet onlar öldürülecektirler. Onlar Allah’a giden yolda tek ve kalbi taştan daha katı insanlarla karşı karşıya kalacaktılar. Sonunda ölüm de olsa onlar, Rablerinin risaletini tebliğ etmekle görevli ve bundan öte hiç bir seçme hakkı da yoktu onların. Atalarının yolunu din bilmiştir, bir taş yığınına “ilahım” diyen insanlara tevhit dinini anlatmak, kılıçların sivri ucuna ense koymaktan başka bir şey değildi. Şu zalim insanların zulmünden dolayı her peygamber eziyete maruz kalmış, Allah'a dua etselerdi, sineğin kanadı kadar bile değeri olmayan şu kafirler topluluğunu Allah yeryüzünden silerdi ama, büyüklük Nebilerde idi.
Dava, Allah’ın dinini ikame etmek ve insanları karanlığın zulmünden, aydınlığın rahmetine, kula kulluktan, Rabbülalemine kulluğa kavuşturmaktı. Bu yolda Nebilere tek yardımcı ancak Allah (c.c)’dır.
Bu ilahi yardımlardan bir tanesi de Allah Zül Celalin, Nebilerine mucizeler göstertmesidir. Cenabı Allah, elçilerini mucizelerle desteklemiştir. Böylece Nebiler, Allah’u Tealâ'nın kainata koymuş olduğu tabii (fıtri, kevni) kanuna ters, harikulade şeyler göstererek insanlara kendilerinin sıdkına işaret ediyorlar, anlattıklarının doğru olduğunu gösteriyorlardı. Başkalarının yapması mümkün olmayan bu mucizeler, tabiatta bulunan kanunlarla ifade edilmesi mümkün değildir. Ayın yarılması(26), parmaklarından su akıtmak, az yiyecekle bir çok insanı doyurmak, vb. Bütün bunları kainattaki tabii bir kanunla izah etmek mümkün değildir.
İşte bu mucizelerin insanlara verilmesinin tek ve biricik sebebi, insanların Allah’a iman etmeleridir. Allah (c.c) Hz. İsa hakkında şöyle buyuruyor:
“Size Rabbiniz tarafından bir mucize ile geldim. Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni ile o, kuş oluverir. Yine Allah’ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer iman getirirseniz, bunda sizin için ibretler vardır... Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana itaat edin.” (Ali İmran: 49-50).....
Dip Notlar:
(1) Mu’cemul Vasid, KRM mad.
(2) Şerhil Akaidi Kestelli, sf.175176
(3) Mu’cemul Vasid, KRM mad. Kestelli, sf.176
(4) Kestelli, sf.176
(5) a.g.e., sf.176, Hadislerle Kuranı Kerim Tefsiri, c.8,
sf.38353859
(6) Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Ethem Ruhi Fığlalı,
sf.62 (yazarın kaynağı, M. Ebu Zehra, Ebu Hanife, sf.162)
(7) Ahzab, 72
(
İsra, 11
(9) Bakara, 30
(10) Bakara, 61
(11) Enbiya, 66, Ankebut, 17, Yunus, 18, Nahl, 73, Hacc, 71
(12) En’am, 91
(13) Nahl, 36, İsra, 15
(14) Ra’d, 13, İsra, 44, Haşr, 24, Cuma, 1, Tegabun, 1
(15) A’raf, 138
(16) Yusuf, 53
(18) Maide, 16, İbrahim, 15
(19) Tevbe, 33, Fetih, 28, Saf, 9
(20) Ali İmran, 19
(23) Maide, 116
(24) İsra, 15
(25) Kamer, 1
(26) Ali İmran, 49
(Devam edecek)