Türkiye'de her sene, Menemen hadisesinin yıldönümünde, bir takım çevreler bir kişinin öldürülmesini ele alarak sahte gözyaşları dökerler. Gerek radyo, gerek televizyon ve gerek bazı gazeteler, Menemen hadisesini yanlış anlatarak ve istismar ederek masum insanlara, İslam'a ve Allah'ın emirlerine itaat eden müslümanlara hücum ederler.
- 1. bölüm -
Bir kişinin öldürülmesine bu kadar sert tepki gösteren, ancak onbinlerce masum insanın katledilmesine ses çıkarmayan devrimbazlara sormak lazım: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?! 75 sene evvel birkaç esrarkeş tarafından öldürülmüş bir kişi için bu kadar gözyaşı dökeceksiniz; tek parti devrinde haksız olarak öldürülmüş onbinlerce insan hakkında hiç ses çıkarmayacaksınız. Sevsinler sizin insancıllığınızı...
Tek parti devrindeki cinayetler ve mezalim saymakla bitmez. Yalnızca İstiklal Mahkemelerinin çalışma şekli ve verdiği hükümler bile o devrin ileri gelenlerine günah olarak yeter.
Bakınız, Güneri Civaoğlu 16 Mayis 1989 tarihli Sabah'taki yazısında İstiklal Mahkemelerinin çalışma şekli hakkında ne diyor :
"Böyle hukuk anlayışı olmaz... İstiklal Mahkemelerinde sanıklar önce idam edilir, sonra mahkeme edilip, 'suçludur' kararı alınırdı."
Evet öyleydi. Ve bu şekilde binlerce insan idam edilmişti. Ayrıca yine o tek parti - CHP devrinde on binlerce insan, suçlu-suçsuz ayırımı yapılmaksızın katledilmişti. Maksat elbet müslüman millete gözdağı vermekti.
Kenan Evren, cumhurbaşkanı olarak iştirak ettiği "******'te insan sevgisi" isimli konferansta, o devrin idarecilerinin davranışlarını çarpıcı bir misalle ortaya koymuştu. Evren, Menemen hadiseleri üzerine diktatör Mustafa Kemal'in davranışını şu şekilde anlatıyor :
"Menemen'deki o hadise vuku bulunca, 'Derhal orayı topa tutun; top yok mudur orada!' emrini vermiştir ve mahkeme sonunda 33 kişinin idamını hiç acımadan tasvip etmiştir. Neden? Çünkü devlete karşı işlenmiş bir suçtur." (22 Şubat 1986, Cumhuriyet gazetesi)
Merd-i kıpti şecaat arzederken sirkatin söylermiş! Şimdi, diktatör Mustafa Kemal'in şu davranışını tasvip etmek mümkün müdür? Menemen topa tutulunca ne olacaktır? Oradaki yüzlerce masum insan da hayatını kaybedecektir. Tıpkı Dersim'de ve Doğu'daki tenkil hareketlerinde olduğu gibi!
23 Aralık 1930'da Menemen'de meydana gelen hadisenin perde önündeki baş aktörü Giritli Mehmed isimli bir esrarkeş idi. Her nedense, bu hadiseden bahsedilirken hep onun ismi söylenir ve onun bir Nakşi olduğu belirtilir. Halbuki gerçekler öyle değildir. Giritli Mehmet sadece bir piyondur. Kurnazca hazırlanan bir senaryoda vazife alan bir piyon.
Hadisenin başka merkezlerde ve en ufak teferruatı da düşünülerek tezgahlandığı kesindir. Üstelik, hadisenin Menemenlilerle, Nakşilerle ve dindar müslümanlarla en ufak bir alakası yoktur. Bunu, öldürülen yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay'ın eşi ve oğlu da açıkca ifade etmişlerdir. Kubilay'ın hanımı Fatma Vedide Ersuz, ölmeden önce şunları söylemişti :
"Ben eşimin katledilmesi olayından sonra bu menfur olayı genelleştirerek Menemenlileri de, din adamlarını da hakir gösterenlerden yana değilim." (Kelebek, 19 Aralık 1982)
Kubilay'ın oğlu Vedat Kubilay hadisenin Menemenlilerle hiçbir alakası bulunmadığını bildiriyor ve şunları söylüyor :
"Menemenlilerin suçlanmasının sebebi, esrarkeşlerin ip istemesi sırasında 2-3 kişinin koşarak ip getirmesidir. Yoksa Menemenlilerin hadisede hiçbir suçu yoktur. Olay Türkiye'nin başka bir yerinde de yaşanabilirdi. Menemen'lilerin hadiseye karışmadıklarının başka bir delili de çevresinde sevilip sayılan itibarlı biri olan Saffet Hoca'nın esrarkeşleri kapısından kovmasıdır. Hadiseyi daha kuvvetli gerçekleştirip halkın desteğini sağlamak için geldikleri sabah Saffet Hoca'yı saflarına çağıran esrarkeşler aradığı ilgiyi bulamamıştır. İleriyi gören bir alim olan Saffet Hoca kendilerine, 'Sizin yaptığınızın din ile alakası yok' diyor. Esrar içtiklerini anladığı için böyle konuşmuş olabilir. Tabii sadece Saffet Hoca destekleseydi, olayın çapı çok daha büyürdü. Hocanın onları kovalaması Menemenlilerin yüz akıdır. Defalarca söyledim. Menemenlilere dargın değilim. Menemenlilerin hiç bir kabahati yok. Hatta Menemenlilerin iftihar etmesi lazım. Eğer isyancılara uysalardı, önlenemez olay ile sarılamaz yaralar açılabilirdi." (Vedat Kubilay, 23 Aralik 1988, Zaman)
Kubilay'in oğlu, halkın bu işte bir suçunun olmadığını bildirdikten sonra, diktatör Mustafa Kemal'in "Menemen'i yerle bir edin" dediğine de dikkat çekiyor.
Şimdi, önce 1930'daki mühim bir hadiseyi ele alacağım ve Menemen'in niçin hedef olarak seçildiğini ortaya koyacağım. (Lütfen olayların gelişimini dikkatle takip edin!)
Menemen'deki hadise vuku bulmadan yaklaşık 3 ay önce, Ekim 1930'da mahalli seçimler yapılmıştı. Bu seçimlerden zaferle çıkan parti, Serbest Cumhuriyet Fırkasıdır (SCF). Yani, diktatör Mustafa Kemal'in başında olduğu CHP'nin karşısındaki muhalefet partisi. Gerçi, bu partiyi de kurduran, kurucu üyelerini tespit eden diktatör Mustafa Kemal'in kendisidir. Ancak, halk bu danışıklı dövüşün farkına varmadığı için, ortaya çıkan yeni partiye 'kurtarıcı' gibi sarılmıştır.
SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası)'nın yaptığı mitingler muazzam alaka görmüştü. Tek parti diktatörlüğünden bunalan halk, bu yeni partiye canla-başla sahip çıkıyordu. SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası) başkanı Ali Fethi Bey'in 4 Eylül 1930'da İzmir'e gidişi başlı başına hadise olmuştu. İktidar mensupları halkın bu alakasını kırmak için birçok sun'i hadiseler tezgahlamışlardı. Yine bu hadiseler zincirinden olarak meçhul kişiler kalabalığın üzerine ateş açmış, bu esnada genç bir mektepli can vermisti. Çocuğun babası evladını kucağına alarak Fethi Bey'in yanına götürüp onun önüne koymuş ve "Bu hurriyet yolunda şehiddir. Kurtar bizi." demişti. (Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, 1980; sahife 499)
Halkın teveccühünün hangi seviyeye ulaştığı mahalli seçimlerde de görülmüştü. Halk, seçim olan her yerde Serbest Fırka adaylarını seçmekteydi. Ama iktidardaki zalimler, bazı yerlerde jandarma ve polis zoruyla, bazı yerlerde bürokrasi ile Serbest Fırka'ya rey verilmesine mani olmaya çalışmıştı. Bunda başarılı olamayınca da bu defa hileli rey kullanmış, hezimete uğrayan CHP'yi galip saymışlardı.
Bütün bu hakikatler Meclis kürsüsünden dile getirilmiştir. Hem de diktatör Mustafa Kemal'in en yakın adamı Fethi Okyar tarafından.
1 Kasım 1930'da Meclis mutad senelik toplantısını yapmak üzere açılınca büyük gürültü çıkmıştı. Fethi Bey seçimlerde hile yapıldığını söylüyordu. 6 Kasım 1930'da da bir soru önergesi vermişti. Yaptığı konuşmalarda hileyi, baskıyı muşahhas delillerle ortaya koymuştu. 15 Kasım 1930 tarihinde de Meclis'te çok sert tartışmalar olmuştu.
İktidarın dizginini elinde bulunduranlar bütün bu gelişmelerden ürkmüşlerdi. Yapılacak ilk genel seçimde CHP'nin büyük bir hezimete uğrayacağı, SCF'nın iktidara geleceği kesindi. Bunun mutlaka çaresine bakılmalıydı. Mustafa Kemal'in reisliğini yaptığı bir parti nasıl hezimete uğrardı?
İktidardaki zalimler harekete geçmekte gecikmedi. İlk önce SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası)'nı kapattırdılar. Bunu yaparken de demokratik(!) usûllere uymaya dikkat ettiler. Partiyi kendileri kapatsalar olmazdı. Onun icin, SCF'nı idarecilerine kapattırma yolunu tercih ettiler. 16 Kasım 1930'da, yani Meclis'deki sert tartışmalardan bir gün sonra reis-i cumhur ve CHP (CHF - Cumhuriyet Halk Fırkası) genel başkanı diktatör Mustafa Kemal, Fethi Bey'le görüştü ve ona partiyi feshetmesi yolunda talimat verdi. Ali Fethi Bey ve arkadaşları da 17 Kasım 1930'da Dahiliye Vekaletine bir dilekçe vererek partiyi kapattıklarını bildirdiler.
Böylece 'yorgan gitmişti,' ama kavga bitmemişti. Ortada SCF'nın kazandığı belediye reislikleri vardı. SCF'na gönül veren milyonlarca insan vardı. Onların da çaresine bakılmalı ve CHP'ye karşı girişilecek muhtemel muhalefet hareketlerinin önü alınmalıydı. Bunun için de halka ve bütün muhaliflere esaslı bir gözdağı verilmeliydi. Yani, müstebid iktidar böyle düşünerek harekete geçmişti.
Nitekim bu gözdağı Aralık 1930'da, yani SCF'nın kapatılmasından yaklaşık bir ay sonra verilecekti. Gözdağı vermek için seçilen yer Menemen idi.
NOT:BU YAZI NEBEVİANLAYİS.COM DAN ALINTIDIR.