بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم
Avrupa’dan çıkan son provokasyonlar, İslâm’a ve Müslümanlara yönelik uzun erimli düşmanlıklar silsilesinin parçası olmaktan başka bir şey değildir. Batı’nın İslâm’a karşı kampanyası, ne Afganistan ve Irak işgâli ile, ne Geert Wilders’in tartışmalı “Fitne”sini yayımlaması ile, ne küfür içerikli karikatürlerin basılması ile, ne “Avrupa’da İslâmlaşmayı Durdurun” koalisyonunun kurulması ile, ne Hicâbın yasaklanması ile, ne Müslümanların dışlanması ile, ne Müslüman kökenlilerin gizlice sorgulanması ile, ne Papa’nın provokasyonları ile, ne zorla asimilasyonist politikaların dayatılması ile, ne devlet başkanlarının, başbakanların ve politikacıların ağızlarından dökülen kin ve nefret dolu propagandalar ile başlamış değildir. Bilakis sözde “özgür dünya”nın lideri George W. Bush da “Haçlı Savaşları”na peş peşe göndermeler yaparken bu mücâdelenin tarihsel doğasını tüm dünyaya hatırlatmaktan utanç duymuyordu.
Fakat Batı’nın İslâm’a karşı tarihsel mücâdelesini yoğunlaştırmasını sağlayan faktör ne idi? Cevabın iki ayağı var:
İslâmî yönetimin ilk günlerinden beri Hristiyan Âlemi, Filistin’in mukaddes toprakları ve çevresindeki topraklar üzerinde yeniden otorite tesis etmenin peşine düştü. Yine de asırlar boyunca ardı ardına zelîl hezîmetlere uğraması, Avrupa’nın tarihî ve dînî vecîbe addettiği arzularını dizginlemesine yol açtı.
Haçlı kampanyasının başarısı; ilk kampanyanın başlamasının üzerinden yedi asırdan fazla bir müddet geçtikten sonra, I. Dünya Savaşı ardından gerçekleşti. O zaman genelde İngiltere ve Fransa liderliğinde olan Avrupalılar, yalnızca Filistin’i değil, tüm İslâmî toprakları işgâl etmeye muvaffak oldular. Batı Dünyası, muazzam zaferinin konforunu yaşıyordu: Osmanlı Devleti yıkılmış, Müslümanların toprakları parçalanmış, liderleri ortadan kaldırılmış, Şeriatları ilgâ edilmiş, kültürleri ifsât edilmiş, düşünüşleri kirletilmiş ve Müslümanların uçsuz bucaksız servetleri talan edilmişti. Ne var ki Avrupalıların sevinci kursaklarında kaldı.
İşgâllerinin, sömürülerinin ve dayatmalarının üzerinden bir asırdan fazla bir müddet geçtikten sonra, şimdi Amerika liderliğindeki Batı Dünyası, kendilerine zorla verilen zehri içmeyi reddeden Müslümanların varlığı ile dehşete kapıldı. Fark etti ki İslâm Âlemi, İslâmî kökenlerine yeniden sarılma, İslâmî kimliğini yeniden oluşturma ve İslâmî siyâsî kurumlarını yeniden inşâ etme arayışı içinde! İslâm Âlemi, yalnızca toprakları üzerinde Batılı tasarımları tümüyle reddetmekle kalmamakta, şimdi de bu topraklar üzerinde Batı’nın otoritesine meydan okuma ve dünya çapında boğazından yakalama peşinde! Bu tatsız durumla baş etmek için Batı Dünyası, derhal Müslümanların ilham kaynağını araştırmaya başladı. Cevap; ne nüfuslarının sayısındaydı, ne ele geçirdikleri stratejik topraklardaydı, ne de sahip oldukları muazzam servetlerdeydi. Cevap; ne kışlalarında bekleyen milyonlarca askerlerinin bulunmasında, ne ellerinde tuttukları nükleer silahlardaydı. Müslümanlarının gücünün kaynağı, Batı Dünyası’nın asla yok etmeyi başaramayacağını şeydeydi; İslâmî Akîde’de!
İşte bundan dolayı Batı, yeni bir kampanya başlatıp Müslümanların Akîdesini sarsmanın peşine düştü. Müslümanların uyanışının belkemiği ve Ümmet varlığının aslî sütunu işlevi gören bu Akîde, kendi devletlerarası varlığını hiç şüphesiz yeniden ortaya çıkaracak ve kendisine aykırı her şeye şiddetle ve keskinlikle meydan okuyacaktır.
İşte bunun içindir ki bugün İslâm’a, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’e, Kur’ân-il Kerîm’e saldırıların şiddetlendirildiğini görüyoruz: İslâm’ın aklîliğini, akîdevi konularını ve insanlığa yönelik risâletini hedefleyen saldırılar! Batı, Müslümanların İslâmlarına olan güvenlerini ve inançlarını sarsmaya yönelik her yolu denemekte, elinden geleni ardına koymamaktadır. Onları, Batı hegemonyasının prangalarından kendilerini kurtarma yeteneğinden ve insanlığa alternatif bir ideolojik bakış açısının varlığını kanıtlama yeteneğinden mahrum etmek için çırpınmaktadır. Heyhat! Zilletten ve rezâletten başkasıyla sonuçlanmayacak ne de hazin bir çırpınış! Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ “Şüphesiz ki kâfirlik edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha da harcayacaklardır. Sonra bu onlar için hasret (yürek acısı) olacak ve sonra (nihâyetinde) mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrâr edenler ise Cehenneme toplanacaklardır.” [el-Enfâl 36]
İkinci açıdan; Batı’nın yüzleştiği bu ideolojik meydan okuma, yalnızca dışarısı olan İslâm Âlemi’nden kaynaklanmaz, bilakis Batılı toplumlarda yaşayan Müslümanlardan da kaynaklanır. Batı’da İslâm-karşıtı gündemin yoğunlaştırılması ancak, Batı’da Müslüman topluluklara karşı korku, düşmanlık ve güvensizlik yönünde potansiyel bir atmosfer üretmeye hizmet eder. O halde soru şudur: Batılı yönetimler, Müslüman toplulukların öcüleştirilmesine ve böylesi bir kampanyanın kaçınılmaz sonucunun sorumluluğunu gönülden üstlenmeye ne kadar hazırlıklıdırlar acaba? Yoksa Batılı yönetimler, Müslüman topluluklarının -gerekirse zorla- kovulmasına hazırlık mahiyetinde ileride izlenecek radikal politikaların tohumlarını mı atmaktadırlar? Batılı liderlerin suskunluğu boğulmaktadır.
Bizim mücâdelemiz, muhakkak ki insanlık için bir mücâdeledir. Tüm insanlık; modern çağ sömürgeciliğinin dehşetinden, askerî maceraperestliğin vahşetinden, sömürgeci elitizmin ırkçılığından ve ekonomik liberalizmin sefâletinden çekmektedir. Yine de korkular ve endişeler sırf politik ve ekonomik olmakla kalmamakta, aksine ferdi, aileyi ve toplumu ifsat eden bireysel boyuta da derinden kök salmaktadır.
Ey Müslümanlar! Sizler, İslâmınızın fazîleti sayesinde, Batılı Küfür ideolojisi zehrinin panzehirine sahipsiniz. İşte o panzehir sizi buna çağırmaktadır; gelin el ele verelim, Batılı hegemonyanın şerrinden önce İslâm Ümmeti’ni, ardından tüm insanlığı kurtaralım. Gelin, ele ele verelim, Râşidî Hilâfet Devleti’ni birlikte kuralım. Muhakkak ki Hilâfet, Müslümanları ve tüm insanlığı kurtarmaya muktedirdir. Zîra Hilâfet; İslâmî Akîde esâsı üzerine kurulur, Şeriat’ı tatbik eder, Dîni muhâfaza eder, izzeti savunur ve ağızların içinde şer için dönen her dili kıpırdatmadan susturur!